mustafa kemal ve latife 11.bölüm


Gökyüzünde bulutlar mor bir renk almaya başlamıştı, denizin gelgit sonucu yükselmesi ile oturdukları sıraya ılık bir rüzgar esintisi geliyor, küçük dalgacıkların sesi duyuluyordu. Aralarındaki konuşma şöyleydi:


Gazi şimdiye kadar en çok yararlandığı şeyleri konu ediyordu. Örneğin Fransızca veya İngilizce bilmesi mi daha yararlı olmuştu? Ne olursa olsun tam bu günlerde müttefiklerle yapılan müzakerelerin sürdürülmesinde İngilizce ve Fransızca dillerini çok iyi bilen bir sekreterin bulunmamasının eksikliğinin hissedildiğini ifade ediyordu. Bu sekreterin İzmir'de oturan biri olmasını ve ona yalnız birkaç günlüğüne ihtiyacı olduğunu söyleyen Gazi, konuşmasında gelecek hafta artık ya Çankaya'ya veya Bursa'ya gideceğinin kesin bilinmesi gerektiğini söylüyordu. Kız ise şöyle cevap veriyordu:
- Rica ederim; burada İzmir'de ise size memnuniyetle yardım ederim. Mustafa Kemal ona teşekkür etti.
- Çok naziksiniz, o zaman yarından itibaren beraber çalışabiliriz. Böyle bir durum herhalde bana çok yardımcı olacaktır.

BİR ÇOCUK GİBİ...
O öğleden sonradan başlayarak her gün beraber oldular. Latife, Mustafa Kemal'in yanında çalıştı. İngiliz diplomatlarına gönderilen mektupların ve diğer yazışmaların tercüme işlerini yürüttü. Tüm gizli durumları öğrendi. Yalnız Kemal'in düşündüğü planları öğrenemedi. Her konu hakkında bir görüş sahibi oldu. Hiçbir zaman görüşünü de gizlemedi. İntizamı seviyor ve emir verme olanağı olmadığı zaman aldığı emri amir gibi ileriye ulaştırmaktan hoşlanıyordu. Gazi mümkün olduğu kadar bayan sekreterinin yanında kalmasını arzu ediyordu. Çünkü konuştuğu zaman sesini işitiyor, ayrıca gözlerinin, duru sıcak bakışları karşısında gittikçe artan bir duygu ile onu kucaklamak isteğini duyuyordu. Bir gün, aşağıda bahçede otururlarken, Mustafa Kemal Latife'ye mektup dikte ettiriyordu. Hava kararmış, kalın bulutlar düzensiz olarak göğü kaplamış, deniz adeta bulutlarla birleşmiş gibi bir renk almıştı. İşte böyle bir günde Kemal, kızın önünde durdu, biraz sıkılarak, acemi yavaş ve içten bir yaklaşımla ve şimdi çoktan anlamını ve gücünü kaybetmiş serzenişli sözlerle şöyle konuşmaya başladı. Kendisini gerçekten bu evde bir esir gibi hissettiğini söyledi. Şunu yapmak istiyor yapamıyor, istediği gibi yaşamını sürdüremiyor, Latife ise ortalıkta görünmüyor, perde gerisinde anlaşılmayan bir biçimde onu yönetiyor ve gizli emirler veriyordu. Fakat açıkça şunları söyleyemiyordu. Burada bu evde bulunduğundan beri kendini iyi hissetmiyor, bazen koruma altında olan çocuk gibi hisse kendini kaptırıyor, bu durum kişisel özgür yaşamını engelliyordu. Bütün bu görüşünü, ona söylerse Latife ne diyebilirdi acaba? Sesinde öyle haklı olduğunu belirten bir ton yoktu, serzenişli sözler tebessüme dönüştü ve bu sözler yavaş yavaş teşekküre dönüştüler.

ELLERİ BİRLEŞTİ
Latife'nin önünde durdu sessizce onu seyretti. İkisi de ellerinin birbiri üzerine ne zaman geldiğinin farkına bile varmadılar. Ama ellerinin birleşik olduğunu görünce irkildiler, etli beyaz olan el sıranın üzerinden havaya doğru kalktı. Kemikli esmer el ise havadan sıra tarafına doğru indi. Latife gülümseyerek sordu.
- Kötü mü oldu?
- Hayır.
- Koruyuculuğu kaldırayım mı?
- Hayır. Yavaş tempoda yağmur başlamıştı. Yağmur damlaları hafif bir ses çıkararak, seyrek yapraklar üzerinden aşağı birbiri ardından sessizce düşüyordu. Birkaç yağmur damlası ikisinin yüzlerine ve açık olan dudaklarının arasına bile düşmüştü ama onlar bunun farkında değildiler. Uzun bir sessizlikten sonra Gazi söze başladı.
- Üç gün sonra gideceğim.
Bu sırada duyulmayan bir göğüs geçirme mi yoksa bir ses mi çıktı, bilinmiyor. Sıranın üst tarafından gelen bu hafif sesin ne olduğunu anlamak mümkün değildi. Kemal söylediklerini kesin sözlerle tekrar etti:
- Üç gün sonra gideceğim Latife.
Kız iç çekerek merakla sordu.
- Nereye?
- Bursa'ya.

Yorumlar

  1. Bu güzel insanları sevmeyenler, kara çalmaya uğraşanlar, çekemeyenler aklıma geldi birden...(milli mücadelede onun yakın arkadaşlarından olan Rauf Orbay sonradan "Atatürk haklıydı,çoğumuz onu çekemedi" diyerek itiraf etmiş (bunu ben de ilk kurşun gazetesinde okudum yeni öğrendim)elbette böyle güneş gibi ışık saçan, kimsenin yapmaya cesaret edemeyeceği şeyleri yapacak kadar cesur olan, lider olan üstüne üstlük hayranlık duyulan tüm dünyayı kendine hayran bırakan yakışıklı birini tabii ki çekemeyenler, çatır çatır çatlayanlar olacaktı..

    Lisedeyken psikoloji dersi de okuduk biz (bilmiyorum hala var mı? malum çocuklar her yıl başka başka değişiyor sistem)o zaman güzel bir kadın öğretmenimiz vardı, demişti ki,
    HAYRANLIK zamanla çekememezlik ve nefrete düşmanlığa dönüşür. Atatürk'e de eminim önce hayran olanlar sonra kıskançlıktan nefret etmeye başladılar...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ata'mızın birde bilinmeyen bir yönü varki bu güne kadar bilenlerde bunu pek su üstüne çıkarmadılar belki de işlerine gelmedi..
      Atatürk ve Kuran kültürü adlı kitabı okumuştum öyle inançlı öyle mantıklı öylesine islamiyeti seven bir adamki; sayfalarca kitabın özetini çıkarmıştım tabi notları nereye koydum bulamıyorum bi bulsam yayınlayacağım ablacım..
      psikoloji dersi sanırım yok artık liselerde..eğitim yok demek daha doğru olur :(
      olabilir hayranlık kimilerinde nefret uyandırabilir kimilerinde saygı..bunu ayırt edebilmek önemli elbette..ve böyle bir insana bence saygı ile hayranlık duymak en güzeli, nefret kimseye bir şey kazandırmadı,kazandırmamıştırda eminim :)

      Sil
  2. Yazarın hayal gücüyle çok güzel gidiyor,
    dur hemen devamını okumama lazım:))))

    YanıtlaSil
  3. bende sevili okurken ,şte tıpkı senin gibi devamını merakla bekliyorum :) çünkü yazarımız sabırsızlandırıyor :))

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar